Bildiriler
EKONOMİ ALANINDA
Dördüncü kez İzmir’de yapılan “İktisat Kongresine” sunulan bildiride ülkemizin geri kalmış olmasının nedenleri üzerinde durularak, eğitimin en önemli kalkınma aracı olduğu belirtiliyor.
AB uyum sürecinde, sigara üretiminde girdilerin açıklanması konusundaki çabanızı takdirle karşılamaktayım. Yanma olayının olusturduğu (CO) Karbon monoksit gazının kandaki hemoglobin ile birleşerek yaptığı tahribatı bilmek, tek başına korkutucudur.
Sigara üreticileri, fiyatlarını müşterinin alım gücüne göre ayarlıyorlar. ABD'de 5-7 $ iken, AB'de 4-6 $ arasında değişmektedir. Kalkınmakta olan ülkelerde ise 1 ila 2 $ kadar fiyatı yeterli buluyorlar.
Sigara üreticileri dünyanın en yetenekli pazarlama uzmanlarını, yüksek ücretlerle istihdam ederek, insan sağlığına zararlı, bu akıl dışı zehirli maddenin satışını sürdürmektedirler. Yaşamı kısaltan, insan dinamizmini yok eden (Stres giderici) özellikleri tek başına sigaranın diğer uyusturucu maddeler gibi yasaklanmasını gerektirmektedir.
Osmanlı İmparatorluğundan başlayarak para basma ve yönetme işlerimiz gözden geçiriliyor. Kendimize has kanunlar yaparak kendimizi AB ye ve dünyaya kabul ettirmemiz herektiği konular üzerinde duruluyor.
Ödeme araçlarını nama muharrer ve hamiline muharrer olarak iki ana guruba sayıları ondan fazla olan ödeme araçlarından yalnız, kâğıt paraların hamiline muharrer ödeme aracı olduğunu görürüz. Çek, senet, bono, devlet tahvili, hisse senedi, fonlar gibi bir çok ödeme aracının nama muharrer olduğunu görüyoruz.
Banka parası olarak kullanılan banknotlarda, hak sahibinin adı bulunmadığı için, başta rüşvet, hırsızlık, kapkaççılık gibi işlerde kullanılmasına yol açmaktadır. Böylece kara para denen, vergisi ödenmemiş paralar gizlice el değiştirmektedir.
Elektronik ortamda kağıt para yerine kullanılabilecek pek çok olanakların olduğunu görüyoruz. Bu makalede kağıt paralar yerine kullanılabilecek enstrümanlar bilimsel açıklamalar yer almaktadır.
Binlerce yıllardan beri toplumsal yönetim konusunda pek çok değerli bilim adamının görüşlerini biliyoruz. 1848 de Karl Marks ve Frederic Engels’in yayınladıkları komünist parti manifestodan sonra ön plana çıkan SSCB birliğinde 1917 yılında iktidara gelen komünist parti, bütün dünyanın komünizm ile yönetileceğini ileri sürdüler. Komünizm yükselen değerdi.
75 yıl donra doğu demokrasisi dedikleri komünizm sarsıldı ve aniden çöktü. Kapitalizm bütün heybetiyle yerinde duruyordu. Kapitalizmin zayıf tarafı kontrolsuzluğu idi. Vahşi batıyı yaratıyordu.
Piyasa düzenleyicisi olarak Adam Smith’in iler sürdüğü görünmez el beklenen görevi yapamıyor, fiyatları kontrol edemiyordu . Görünmez el piyasaları düzenleyemediği için krizler ortaya çıktı. Vahşi kapitalizmin korku yaratmış olması eleştirilere yol açıyordu.
Sonunda bilgi çağında ilerleyen teknoloji ile birlikte beliren yeniliklerden birinin, Adaman Smitin görünmez eli olarak piyasalara hakim olabileceği gerçeğini gördük.
Elektronik kayıt sistemi ile piyasaları kontrol etmek mümkündür. Böylece insanlığa huzur verecek adil bir sistemin kurulması gündeme gelmiştir. Bu makalede kapitalizmin evrimleşmesi durumu incelenmektedir.
EĞİTİM ALANINDA
Üniversitelerimizin statükocu bir görüşten çıkarak yenilikçi ve devrimci olması üzerinde durulmaktadır. 1981'den önce yürürlükte olan üniversiteler yasasında, üniversitelerin amaçları arasında, örf ve âdetlerine bağlı gençler yetiştirmek hükmü vardı. Anayasa Mahkemesi bunu, anayasanın başlangıç hükümlerine aykırı ve diğer bazı maddeleri de zedelediği gerekçesi ile 1975 yılında iptal etmişti. Böylece toplumda 4 yüz yıldan beri sürüp gelen tutucu örf ve âdetler terk edilmişti.
YÖK kanununda üniversitelerin amaçları arasında yeniden “Örf ve adet” e göre insan yetiştirme hususu girmiş oluyordu.
Bu makalede bunun çağ dışı olduğuna işaret edilerek, üniversitelerin görevleri üzerinde durulmaktadır.
Hızla gelişen bilim ve teknolojiye ayak uyduramayan ülkeler kıt kanaat yaşamak zorunda kalmaktadırlar. Örf ve adete bağlı olarak yaşamayı tercih eden toplumlar ileri toplumların geliştirdiği, yaşamı kolaylaştıran yeni teknolojileri kolayca benimseyememektedirler. Bunun en belirgin örneğini global dünya haritasına uzaktan baktığımızda hemen görebiliriz. Bin yıl kadar süren ortaçağ karanlığından sonra, Rönesans, Reform ve Aydınlanma dönemlerinden geçen Avrupa Sanayide devrim yaparak zenginliğini kökleştirmişti.
AB ve ABD’nin yeniden çıkarılmasını veya düzeltilmesini istediği toplumsal yasalarımızın, ülkenin toplumsal ve sosyal yaşantısına etkileri, yeterince incelenip tartışılmadan, batılıların istediği formda, prosedürden geçirilerek yürürlüğe konulmaktadır.
23.07.2003 de yürürlüğe giren 4954 sayılı “Türkiye Adalet Akademisi Kanunu” Türkiye’nin 400 yıldan beri ,içinde bulunduğu hukuk kurumlarına çözüm getirmemekten uzak olduğu ileri sürülerek nedenleri açıklanmaktadır.
Vakıf üniversitelerinde olduğu gibi, devlet üniversitelerin de rektörler bir mütevelli heyet tarafından seçilmeli. Üniversiteyi yöneten mütevelli heyet rekat halinde olduğu diğer üniversitelerden geri kalmamak için çok yetenekli bir rektör arayıp bulacaktır. Rektörle yapılacak sözleşmeye ölçülüp değerlendirilecek maddeler koyabilecektir. Bugün Türkiye’de 52 vakıf üniversitesi ile 94 devlet üniversitesi bulunuyor.
Bu makalede Devlet üniversitelerinin bir mütevelli heyet tarafından yönetilmesinin biçim ve koşulları açıklanmaktadır.
ÖSYM’nin bilgisayarlı yerleştirmeleri, tercih yapan öğrencileri hiç memnun etmemektedir. Bu nedenle kendisine gösterilen yeri beğenmeyen öğrencilerin önemli bir kısmı kaydını yaptırmayarak bir sonraki yılda dilediği yere girebilmek için dershaneye devam ediyor. Kaydını yaptıranlardan, hatta istemediği dalda okuma zorunda bırakılanlardan bazıları da bir yükseköğrenimden mezun olduğu halde, ÖSS ye girmeye devam etmektedir. Bu nedenle üniversite önlerinde yığılmalar oluyor. ÖSS’ye girenlerin ancak üçte biri lise son sınıf öğrencisi, üçte ikisinin bir kısmı yüksek öğrenimden mezun olanları büyük bir kısmı da dilediği dala girebilmek için, sınavı tekrarlayan öğrencilerden oluşuyor. Ortalama olarak 4-5 kez sınava giriliyor, bazıları on ve daha fazla girerek şansını deniyor.
İleri ve uygar ülkelerde olduğu gibi, her üniversite öğrencilerle görüşerek seçip almalıdır. ÖSYM sınavı yaptıktan sonra öğrencileri üniversiteye yerleştirmemelidir.
HUKUK ALANINDA
Üniversitelerimizin statükocu bir görüşten çıkarak yenilikçi ve devrimci olması üzerinde durulmaktadır. 1981'den önce yürürlükte olan üniversiteler yasasında, üniversitelerin amaçları arasında, örf ve âdetlerine bağlı gençler yetiştirmek hükmü vardı. Anayasa Mahkemesi bunu, anayasanın başlangıç hükümlerine aykırı ve diğer bazı maddeleri de zedelediği gerekçesi ile 1975 yılında iptal etmişti. Böylece toplumda 4 yüz yıldan beri sürüp gelen tutucu örf ve âdetler terk edilmişti.
YÖK kanununda üniversitelerin amaçları arasında yeniden “Örf ve adet” e göre insan yetiştirme hususu girmiş oluyordu.
Bu makalede bunun çağ dışı olduğuna işaret edilerek, üniversitelerin görevleri üzerinde durulmaktadır.
Hızla gelişen bilim ve teknolojiye ayak uyduramayan ülkeler kıt kanaat yaşamak zorunda kalmaktadırlar. Örf ve adete bağlı olarak yaşamayı tercih eden toplumlar ileri toplumların geliştirdiği, yaşamı kolaylaştıran yeni teknolojileri kolayca benimseyememektedirler. Bunun en belirgin örneğini global dünya haritasına uzaktan baktığımızda hemen görebiliriz. Bin yıl kadar süren ortaçağ karanlığından sonra, Rönesans, Reform ve Aydınlanma dönemlerinden geçen Avrupa Sanayide devrim yaparak zenginliğini kökleştirmişti.
AB ve ABD’nin yeniden çıkarılmasını veya düzeltilmesini istediği toplumsal yasalarımızın, ülkenin toplumsal ve sosyal yaşantısına etkileri, yeterince incelenip tartışılmadan, batılıların istediği formda, prosedürden geçirilerek yürürlüğe konulmaktadır.
23.07.2003 de yürürlüğe giren 4954 sayılı “Türkiye Adalet Akademisi Kanunu” Türkiye’nin 400 yıldan beri ,içinde bulunduğu hukuk kurumlarına çözüm getirmemekten uzak olduğu ileri sürülerek nedenleri açıklanmaktadır.
FİZİK BİLİMİ ALANINDA
1965 yılında yazılan bu makale, gravitasyon etkisi iş yapılabileceğini ileri sürüyor. TÜBİTAK ve İstanbul üniversitesine sunulan makale için, İstanbul Üniversitesinden makalenin alındığı bildiriliyor v teşekkür ediliyordu.
TÜBİTAK bir mektupla gün belirterek davet etmişti.
Yapılan toplantıda 6 profesörün soruları cevaplandırılmış ve açıklamalar yapılmıştı. Yarım gün süren toplantıdan bir hafta sonra gelen bir mektupta, TÜBİTAK bilim adamı yetiştirme gurubu eğitim için Amerika’ya gönderilmeme karar verildiği yazılıydı.
Gidip görüştüğümde, tüm masraflarımı karşılayacaklarını ve dilediğim süre kalabileceğimi söylediler.
Çocuklarım ve ailem için bir şet tapamadıkları için bu kolaylığı kabul edemedim.
Bu makaleyi yazdığımda, doğanın dört temel kuvveti açık olarak bilinmiyordu.
1970 den sonra gelen bilgiler, bizi doğrular biçimdeydi. 35 yıl sonra 1970 de bu konunun yani kütle çekim kuvvetinin doğada ve dünyada yapmakta olduğu işleri açıklarken bir çok yerden itirazlar gelmeye başladı. Tezimizi kabul edenler azınlıkta olsalar da çok önemli saygın kişiler olması bizi umutlandırdı.
Bu çalışmanın amacı, alternatif enerji kaynakları arayanlara, farklı bir açıdan, doğadaki dört temel güç hakkında bilgi sunmaktır. Son elli yıldan bu yana, temel kuvvetler hakkındaki bilgilerimiz netlik kazanmıştır.
Evrendeki bütün olaylar ve hareketler bu temel kuvvetlerin etkisi ile meydana gelir.
Doğanın dört temel güçleri: Kütle Çekim kuvveti, Güçlü kuvvet, Zayıf kuvvet ile Elektromanyetik kuvvetlerden ibarettir. Bu raporumuz, doğanın temel kuvvetlerinin bir birleri üzerine yaptıkları etkiler ve olayları ile ilgilidir.
Elektromanyetik dalgalar, inceleme konumuz dışında kalmaktadır. Bunun için Maxwell ve Lorentz’in formülleri ve denklemleri, tamamen doğrudur, görünen ve olayların işleyişini yorumlamaktadır. Bu olayları meydana getiren temel kuvvetlerin kaynakları ile ilgilenmezler.
Konumuz, son yıllarda fizikçilerin açığa çıkarttığı atomaltı parçacıklarının etkileşimleri ile ilgilidir. Atomaltı parçacıklarının davranışlarını, bu dört temel etkileşim sergilemektedirler.
Doğal olarak maddenin ve evrenin düzenini ve işleyişini yönlendiren bu güçlere ait bilgilerimiz, 1970 yılından bu yana, sürekli olarak artmaktadır.
Archimedes prensibi, cisimlerin suda yüzme koşullarını açıklarken olayın nedenini açıklamaz. Farklı yoğunluktaki maddelerin kütle çekim alanındaki davranış ve hareketlerine açıklık getirmemektedir.
Kütle çekim kuvveti etkisinde bulunan sıvı, buhar, gaz, ve katı akışkanların yer değiştirme ve bir birlerini etkileme koşul ve nedenlerini açıklayan yeni bir prensip sunuyoruz.
Prensip: Akışkan nesnelerin Kütle çekim alanındaki davranışları
Kütle çekim alanındaki, farklı yoğunluktaki akışkan nesneler, kütle çekim merkezi doğrultusunda, yoğunluğu en fazla olanı, en önde olmak üzere, yoğunluklarına göre sıralanırlar.
Bilgi çağının sağladığı yeni olanaklara dayanarak yapılan gözlem ve hesaplamalar sonucunda, dünyada ve evrende sürekli olarak yeni enerjilerin meydana geldiği görülmüş ve doğrulanmıştır.
Bu durum karşısında;
Enerjini korunumu yasası olarak bilinen, Termodinamiğin I. Prensibinin “enerji yok edilemez ve yeniden yaratılmaz, hükmü geçerliğini yitirmiştir
Isının ölümü olarak ün yapmış olan II. Kanunun bir dayanağı kalmadığı için, ENTROPİ terimine de gerek kalmamaktadır.
Büyük bilim adamlarının yoğun emekle meydana getirdikleri bazı doğa kurallarının, sonraki kuşaklarca değişmez olarak kabul edilmesi Bilimin ilerlemesine engel teşkil etmektedir. İnsan ömrü kısa, amma bilim daimidir.
Değişmez doğa prensibi olarak bilinen termodinamiğin birinci prensibi, enerjinin yok edilemeyeceğini ve yaratılamayacağını söylerken, ikinci prensibin her faz değişiminden sonra enerjin bir miktar değersizleştiğine dayanarak, sonuçta Isıl ölümün oluşacağını söyler.
Günümüzde, Bilgi çağının sağladığı yeni olanaklara dayanarak, yaptığımız gözlem ve hesaplamalar sonucunda, dünyada ve evrende meydana gelen doğal olayların hemen hepsinde sürekli olarak yeni enerjilerin yaratılmakta olduğunu saptamış bulunuyoruz
Kütleçekim kuvvetinin yeni enerji yaratma sistemi incelenirken yeni bir doğa kuralının varlığı ile karşılaşıyoruz.
Dünyadaki yaşamın kaynağı güneş ise, diğer doğa olaylarının nedeni de Kütleçekim kuvvetidir. (Yağışlar, Rüzgârlar, Depremler, Şimşekler, Volkanlar, deniz akıntıları ve gelgit olayları başta olmak üzere tüm hareketler ve oluşumlar Kütleçekim kuvvetinin etkisi ile meydana gelmektedir.)
Sanayi çağının bilim adamlarının ortaya koyduğı termodinamik yasaları, kapalı sistemlere sıkışmış durumdadır. Uzayda ve dünyada kütleçekim kuvvetinin etkisi ile yeni enerjiler yaratıldığı için, “enerjinin korunumundan” bahsedemeyiz
Newton’un çekim yasası ve hareket kanunları da doğa olaylarının gerçek nedenlerini açıklamaya yetmediğinden, bazı sanal terimler kullanıyoruz.
Doğada meydana gelen olayları açıklayabilmek için kütleçekim kuvvetinin uzayda ve dünyada yarattığı enerjiyi açıklamaya çalışacağız.
Dünyadaki canlı alemin enerji kaynağı güneştir.
Cansızların doğadaki hareketlerinin enerji kaynağı kütleçekim kuvvetidir.
Doğadaki hareketler, canlıların yaşamına uygun iklim koşullarını oluşturmak içindir:
- Bunlar; Isı ve tuzluluğun adil dağılımıdır.
- Enerjisi: Kütleçekim kuvvetidir.
- Isı ve tuz dağıtılırken, yer değiştiren akışkanların iş yapma gücü oluşur.
Yağışları, rüzgârları, deniz akıntılarını ve yerküredeki tektonik hareketleri oluşturan temel güç, kütleçekim kuvvetidir.
Dünyanın ve evrenin enerjisi sabit değildir.
Evren hem büyüyor ve hem de enerjisi sürekli artıyor.
Kuram:
Farklı akışkanlar, yerin kütleçekim merkezi ile etkileşirken,
En yoğunu önde olarak, yoğunluk sırasına dizilerek çekilirler.
Bozulan sıralama, kütleçekim kuvvetinin etkisi ile düzelirken, yeni enerji doğar.
Cansız doğadaki hareketler, canlılar için uygun iklim oluşturmak için sıcaklığın olduğunca eşit dağılımını sağlamak için oluşurlar.
21. yüzyıl bilimin bize sunduğu olanaklar, “enerjinin korunumu” prensibinin ancak kapalı sistemler için geçerli olabileceğini gösteriyor.
Evrende ve dünyada kütleçekim kuvvetinin etkisi ile sürekli enerji yaratıldığından, Enerjinin korunumu yasası ve ona bağlı Entropi kuramının genel fizik kuralı olarak görülmemesi, gerçeği ortaya çıkıyor.
Bu raporumuzda, kütleçekim kuvvetinin, uzayda ve dünyada meydana getirdiği enerjilerin neler olduğunu göreceğiz.
Sanayi devriminde buhar makinalarının verimini artırmaya çalışan bilim adamlarının yayınladıkları sonuç raporlarında evrenin enerjisinin sabit olduğunu ve enerji vermeden iş elde edilemeyeceğini açıklamışlardı. Daha sonra, bilimde otorite olduğu bilinen, bilim adamları da bu görüşü onaylayınca, enerji konusunda bilimin son noktaya geldiği ve bu konuda araştırma yapma devrinin kapandığı düşünülmüştü.
Günümüzde uzay bilim merkezlerinin yayınladıkları raporlardan, yıldızlar oluşurken, milyonlarca derecedeki ilk sıcaklıkların, kütleçekim kuvveti tarafından, yaratılmakta olduğunu öğreniyoruz.
Bu raporumuzda, bilimsel verilerin ışığında, enerjinin korunumu yasası ile ona bağımlı olan Entropi kavramını da değerlendireceğiz. Böylece geçen yüzyıl kapandığı sanılan, enerji araştırma konusunu yeniden açıyoruz
Cansız doğadaki hareketler, canlılar için uygun iklim oluşturmak için sıcaklığın olduğunca eşit dağılımını sağlamak için oluşurlar.
21. yüzyıl bilimin bize sunduğu olanaklar, “enerjinin korunumu” prensibinin ancak kapalı sistemler için geçerli olabileceğini gösteriyor.
Evrende ve dünyada kütleçekim kuvvetinin etkisi ile sürekli enerji yaratıldığından, Enerjinin korunumu yasası ve ona bağlı Entropi kuramının genel fizik kuralı olarak görülmemesi, gerçeği ortaya çıkıyor.
Bu raporumuzda, kütleçekim kuvvetinin, uzayda ve dünyada meydana getirdiği enerjilerin neler olduğunu göreceğiz.
Sanayi devriminde buhar makinalarının verimini artırmaya çalışan bilim adamlarının yayınladıkları sonuç raporlarında evrenin enerjisinin sabit olduğunu ve enerji vermeden iş elde edilemeyeceğini açıklamışlardı. Daha sonra, bilimde otorite olduğu bilinen, bilim adamları da bu görüşü onaylayınca, enerji konusunda bilimin son noktaya geldiği ve bu konuda araştırma yapma devrinin kapandığı düşünülmüştü.
Günümüz Astrofizikçilerin yayınladıkları raporlardan, yıldızlar oluşurken, kritik sıcaklık olan 10x106 C ilk sıcaklıkların, kütleçekim kuvveti tarafından, yaratılmakta olduğunu öğreniyoruz.
Bu raporumuzda, bilimsel verilerin ışığında, enerjinin korunumu yasası ile ona bağımlı olan Entropi kavramını da değerlendireceğiz. Böylece geçen yüzyıl kapandığı sanılan, enerji araştırma konusunu yeniden açıyoruz.
Newton’un hareket yasaları ile bazı doğa olaylarının nedenleri açıklanamıyor. Kütleçekim alanında birarada bulunan, farklı yoğunluktaki akışkanların yer değiştirme nedenlerini açıklayan yeni bir doğa prensibi önerilmektedir. Bu prensip Nevton’un hareket kanunlarını tamamlamaktadır. Bu yasa, doğada oluşan konveksiyonla ısı aktarılması olayını, yağışları, rüzgârları, deniz akıntılarını ve tektonik hareketleri oluşturan kuvvetin ne yerçekimi kuvveti olduğunu açıklar ve doğal olayları doğru olarak anlamamızı sağlar.
Dünyanın en ünlü bilim adamlarından Newton, (1643 –1727) fizikçi, matematikçi, astronom, mucit, filozof, ilahiyatçı olarak bilinir.Bulduğu yasaların başında evrensel kütleçekim yasası ile doğadaki olayları açıklayan ‘hareket yasaları’ üç yüzyıl boyunca bilim dünyasına egemen olmuştur.
Doğayı anlamak ve yönlendirebilmek için onun kurallarını ve amaçlarını doğru olarak bilmek gerekir. Doğa olayları, canlıların dışında kalan, evrendeki tüm nesnelerin devinimeleri ve etki leşimleridir. Bunlar; evrende gök cisimlerinin ısı ve ışık yayması ile dünyadaki yağışlar, rüzgârlar, deniz akıntıları, yerin tektonik hareketleri ile çığ ve heyelandan ibarettir. Genel amaçları, ısı ve tuzluluğu yayarak uygun iklim oluşturmaktır.